zarifsanatevi.com

Haziran 21, 2012

Nefes kaç saniye tutulur ki?

Hani öyle bir an yaşarsınız ki her şey bütün gerçekliği ile yüzünüze çarpar. İşte öyle bir gün..

Kendimi tutmak istedim. Nefesimi tutmak istedim. (Denedim sadece 20 saniye tutabildim.) Aklımı tutmak istedim. Hayatımı.. Zamanı.. Ama olmadı. Olduramadım.

Garip garip cümleler kurdum. “Ben bu değilim” dedim. Sonuç itibariyle.. “Ben olsaydım” ile başlayan cümleler kurduğum an.. Ben değildim. Fark etmek ne acı..

Yazın insan gülmek istiyor. Şuursuzca (hep). Ama gerçek bu. Olmuyormuş.

-Ne hissediyorsam, ne yaşıyorsam.. Hepsi kendime. Kızgınlığım, kırgınlığım..-




Mayıs 05, 2012

23 Nisan Büyükada ve Aya Yorgi Kilisesi

Anneme geçen sene verdiğim sözden dolayı bu sene 23 Nisan'da Büyükada'ya gittik. Sabah 10:00 vapuruyla kendimizi attık yollara. Her yer inanılmaz kalabalıktı. Vapurda 4 kişilik yere 6 kişi oturmaya çalışan teyze kucağıma çıkmasa sanırım daha mutlu olabilirdim =) Büyükada'ya vardığımıza fayton kuyruğu iskeleden başlıyordu. Onları es geçip yürümeye başladık. 


İşi ticarete döken bir sürü garip insan vardı. İskelede tanesi 1tl olan mum yokuşun başında 2 tanesi 1tl daha ileride 3 tanesi 1tl en yukarda 4 tanesi 1tl'idi. En nihayetinde kiliseden de alabiliyorsunuz. Ücretsiz tabiki ama oraya yardım etmek daha makul bence. Her yer ip doluydu. Yokuşun başından makara açarak konuşmadan yürüyüp ip kopmadan Aya Yorgi'nin önüne kadar gelinirse dilekler kabul oluyormuş. Evet annem de makara açtı=)


Bir sürü ritüel vardı. Mum yakanlar, metal paraları mum olan duvarlara sıkıştıranlar, duvara şeker yapıştırmaya çalışanlar, taşlarla dileklerini yapanlar ve dilek ağacına ip bağlayanlar da vardı. Dilek ağacı diye bir şey yok tabiki ama işte insan inanmak istiyor sanırım.


Büyükada'ya bayılırım ben de her insan gibi. Lakin 23 Nisan'daki bu kalabalıktan sonra anneme 24 Eylül'de ben gelmem diyerek önceden çizgimi belli ettim. (Anneciğim biliyorum bunu da bir gün okuyacaksın=) 

Herkesin hepimizin dilekleri kabul olsun ki. Bence insan gökyüzüne bile bakıp dilek dileyebilmeli. Yıldızlar dilekleri kabul eder.. Ayda, güneşte, bulutta..

Nisan 11, 2012

Pazartesi Filmleri

American Reunion 7/10 (Sinemada yan koltukta oturan 70'lik çiftin kıkır kıkır gülmesi harikaydı=))

Clash of the Titans 2: Wrath of the Titans 9/10 (Sevdiceğim sen benimle dalga geçmeden ben yine kendimle geçeyim. Evet Tartarus'ta birden ortaya çıkan o boynuzlu yaratıktan korkup çığlık atan bendim! =) 3D beni bazı bazı garip hallere sokabiliyor. En azından yanımdaki koltukta oturanları güldürebildim.)

The Hunger Games 7/10 

Sen Kimsin? 8/10

Nisan 10, 2012

Anne Replikleri

Geçenlerde eve dönerken annemle telefonda aramızda geçen diyalog:

Leyla: Efendim anne.
Annem: Neredesin?
Leyla: Yoldayım anne 15 dakikaya evde olurum.
Annem: Hadi çabuk gel.
Leyla: ? Anne taksideyim. Ben mi kullanayım? Geliyorum işte.
Annem: Hadi çabuk ol.
Leyla: Anne ben mi kullanayım yani?
Annem: Hadi çabuk ol.
Leyla: Peki!?

Annem o gün neyin kafasını yaşıyordu halen çözemedim. Anne işte ne söylediğiniz önemli değildir, o halen aynı soruyu sorar aynı cevabını verir.*

Mart 12, 2012

Bu öylesine saçma bir yazı ki!

Hayatın insanı sınadığı anlar vardır ya.. Öyle günler geçiriyorum. Sessizce köşede bekleyip her şey düzelsin istiyorum olmuyor. Bir şeyler yapıp emek harcıyorum yine olmuyor. Size de olur mu? Ne yaparsanız yapın yoluna girmeyecek şeyler vardır.. 

3 sene önce bir karar vermiştim. Ağzımı doldurup sövmüştüm kendime.. Her şeye. O saatten sonra gayet mutluydum aslında. Kendi adımlarımı atmaya başlamıştım. Koşulsuz olan şeyler benim için önemsizdi. Evet, bunda gayet eminim. Koşulsuz yaşanan bir hayat yok. Olmasını isterdim ama yok. Bu öylesine gerçek ki. 

Son zamanlarda bana ait bir hayat görememeye başladım. İnsanın kendi hayatını yaşamak istemesinden daha doğal bir şey var mıdır? Kendi sabahıma uyanmak istiyorum. Kendi müziğimi dinlemek, kahvaltımı yapmak, güneşi öylesine seyretmek, soğansız yemekler yemek, sırf canım istiyor diye kimseyle konuşmamak, aklımdan geçeni sessizce değil de yüksek sesle söylemek, filmimi izlemek, kitaplarımı rast gele üst üste dizmek, çok karışık odamda kendi halimde yaşamak.. Kendi rüyama dalmak istiyorum..

Hayatım puzzle değil ki. Parçaları birleştirmeye bir ömür harcayayım. As olan bugün ve bunu yaşamamı engelleyen her şeyi görmezden geliyorum. Başkaları için yaşarmış gibi hissetmekten kurtulmak istiyorum. Ahh.. Ne kadar çok isteğim varmış benim! 

Kendime zaman verdim. Az. 4* 



Yine "Mart"*

Mart 08, 2012

Fetih 1453

Çok beklenti içinde gidilmemesi gereken bir film daha.. Çok fazla hata göze çarpıyor. Gemileri karadan götürme fikri tam olarak nasıl ortaya çıktığı es geçilmiş. Olaylarda çok fazla kopukluk vardı. Ulubatlı Hasan’ın balık pişirmenin inceliklerini gösterdiği sahne evlere şenlikti. Fatih’in tespihi kırıp üzerinde çikolatası elinden alınmış çocuk edalarında zıplaması çok heyecanlıydı. Yönetmen filmin sonunu herkes biliyor, diye son sahneleri üstün körü çekip filmi bitirmiş. İstanbul evet 1453'te fethediliyor lakin film bitiyor halen perdeye bakıyor insan. "Bu mudur?"


Bir de kartallar kaç yüzyıl yaşıyor yahu? 


Fetih 1453
6/10

AFM Fitaş Beyoğlu


Şubat 22, 2012

Evde tek çocuk kalma ve üstelik bekar olma durumu


2 abim 9 ay ara ile evlenince, evin en küçüğü olarak “Hakimiyet artık bende” diye hayaller kurmadım değil..  Ama çok yanılmışım. Çok garip haller ve durumlar içerisinde kalıyormuş insan.

Evin en küçüğü olduğunuz için hiç büyümüyorsunuz. Bu güzel ama anne ve baba için evdeki en değerli şey durumuna geçiyorsunuz. Rutin soru: Yemek masasından yeni kalmışsınızdır ve can alıcı soru gelir: “Yemek yedin mi? Doydun mu?” Devamında.. Saat çok geç oldu hadi uyusana (saat daha 22:30), üşüyeceksin kalın giy, sırtına yastık koy yoksa belin ağrır, bak reçel çok güzel, gel sohbet edelim, hadi öğlen oldu uyan (saat daha 10:00), alerjin var onu yeme bunu yeme, süt içtin mi (evet severim ama söylenince garip oluyor) vs..  Siz eve değil ev size hakim olur.

Eve gelen misafirlerin sorular hep aynı olur. Kaç yaşındasın? Okulun bitti mi? Evlensene? Sıra sende. Cevapsız sorular!. (Sıra sende ne demek yahu? Bunun sırası mı olur ki?)

Güzel yanları olan durumlarda yaşanmıyor değil. Bebek durumu mesela. Hala olmak güzel hatta çok güzel. 2 tane minik kız oradan oraya koşturuyor, koşuyor, şarkı söylüyor, dans ediyor, bağırıyor, zıplıyor, soru soruyor, çok soru soruyor, merak ediyor, daha çok soruyor, odanıza dalıp makyaj malzemelerinizi bir güzel kullanıyorlar, ağlıyorlar, hala geliyor diyorlar, susuyorlar.. Çözemediğim şey topuklu ayakkabılarımla nasıl o kadar hızlı koştukları? Hala olmak halen çok güzel. Mesela Su Bebek büyüyünce benim gibi olacakmış. (Bu arada 2 abimde küçükken benle çok uğraşırdı. Hep kızınız olsun derdim, kızları oldu.)

Sonra evlenmeden evlilik nasıl bir şey gözlemleyebilme şansına kavuşuyorsunuz. Şu anlık kararsızım. Bazen çok sıkıcı görünüyor. Hayattan vazgeçmek için. Bebek kısmı güzel ama onlarda doğduğunda tuvalet eğitimi almamış oluyorlar. Halen kararsızım.

Sonuç itibariyle evde istediğiniz yemekler yapılıyor, müzik sesini ne kadar açarsanız açın kimse karışmıyor, el bebek gül bebek durumu daha fazla yaşanıyor. Ama biri market sorununu çözmeli. Bir de kapı açma sorununu.


Halen saçımı öpen anne ve babaya sahibim. (Yüzümü küçüklüğümden beri öptürmem.)

*Bazen düşünmüyor değilim “Ya ablam olsaydı?”.

Şubat 09, 2012

Üç kuruşluk dünya


“Aslında kendimi anlatma çabası içersine girdiğim an.. Kendimden vazgeçtiğim andı..”

Sen beni dinledin. Ben daha çok konuştum.
Sen “Ama”, dedin. Ben çırpındım.

Şimdiyse..
Hepsini kenara attım. Yormadan yorulmadan.. Yüzmeyi öğrenmek istiyorum sadece..
Kararlar almadan yaşamak istiyorum..
Attığım adımları sorgulamadan..
Susmadan..
Konuşmadan..

Şu üç kuruşluk dünyada tek derdim, sabahları güneşi görmek olsun istiyorum..
Biliyor musun?
Güneş açmadığı gün..
Kuşlar, köpekler, kediler.. Çok üşüyor. 
Ve ben çok üzülüyorum.

Şubat*

Şubat 08, 2012

Berlin Kaplanı


Klasik pazartesi sinema gününde bu hafta "Berlin Kaplanı"na gittik. Genel olarak vasattı.

Almancı muhabbetlerinin bir kaçı fena değildi. Klişe olmaktan öteye gidilememiş bir film daha. Zamanınız bol ve sabrınız varsa gidip izleyin diyebilirim. 


Bu film ile Ata Demirer'i neden sevmediğimi yeniden hatırladım. 


Berlin Kaplan
5.5/10
Rexx Sineması-Kadıköy

Şubat 04, 2012

Bazen korkuyorum ya!

Şu kadarcık korkmak istiyorum.. Mesela:

-Hıçkırık tutunca annemin "böhhh" - demesi kadar..

Ocak 14, 2012

Kendini sever misin?

Aynaya bakıp, uzun uzun kendini seyrettin mi? (hiç.) Bakışlarının anlamsızlaştığını fark ettin mi? Ama sadece uykusuz gecelerde..

Sadece kitap okuyup film izliyorum.. Son günlerde yaptığım tek şey bu. Hımm.. Bu yüzden kendimi önemsiz mi, hissetmeliyim? Ya da bir süre daha böyle devam mı etmeliyim? Ne kadar çok soru sorar oldum. Anlamlar arıyorum. Anlamsızlaştırdığım hayatın daha da dibine inmek için.

Acaba kendi kendine konuşan kaç kişi vardır? Bak bunu gerçekten merak ediyorum. Ya kendine küsen?.. Saçmalama kendimi sevmekten vazgeçmedim tabi ki de! Yalnızlaştıkça sorgular oldum sadece. Hayır, terk de edilmedim. Gayet mutluyum. Ben merak ettiklerimi döktürdüm..

Evet. Anlamlandıramadığım günleri geri almak isterdim..

O kadar.

Not: Çok gece*

Ocak 01, 2012

Yeni Yıl Mesajı

Bu yıl ki sloganımız "Pembe gönlüm sende." oldu. =) Dün 3 dilek tuttum. Sonra evrene mesajlar da yolladım. Bu sene hafif değişikliklere karar verdim. Mesela biraz daha sabırlı ama daha çok heyecanlı olmaya, yerine göre lafımı gediğine koymaya, çirkef biri gördüğümde yere çömelip gitmesini beklemeye, spora başlamaya, soğan yemek için kendimi zorlamaya, belki pırasayı sevmeye, hıı bir de sevgilime daha çok yemek yapmaya karar verdim. =)